31 Ekim 2008 Cuma

Let s die together

Normalde zevkler ve renkler tartışılmaz felsefesine aykırı hareket etmem. Ama maydanoz olmak istediğim bir zevk var. Gerçi ne kadar zevk denebilir orası ayrı. Sonuçlarına katlandıktan sonra birisi için sanırım zevk sayılabilir. Resimden sanırım herkes ne olduğunu anlamıştır. Efendim bu sigara denen illet artık herkesin elinde. Liseyi geçtim ilkokul çocukları bile artık alenen, göğsünü gere gere, sanki marifetmişçesine bu merede bulaşmış durumda. Ailesinden birinden görüyor sonuçta. Sonucuna katlanmak dedik; efendim bunu sonu malum. Allah korusun ölen erken kurtulmuş olur bana göre. Kalan sağlar ölmekten beter olur. Olayın Yeşilaycı boyutuna girmek istemiyorum. Bunlar herkesin sürekli duyduğu şeyler. Benim bahsetmek istediğim bu insanların ne kadar azimkar olduğu. Yani kısıtlayan o kadar şey çıkarıyorlar, işte içmeme yasakları filan. Koca vapurda 2 metrekare yer ayırıyorlar. Ama yine de içiyorlar. Zam üstüne zam yapıyorlar ama yine de ceplerindeki son parayla gidip sigara alıyorlar. Düşününce ne kadar inanılmaz insanlar olduklarını anlıyorsunuz. Yani sen o kadar uğraş didin , alıcam içicem diye, karşısında gördüğün muameleye bak. Nefes nefese kalmalar, kesilmeyen öksürükler, erken yaşta kalp krizi riski... Saymakla bitmez. Üstelik bir de insanlar bu sonuçları bile bile bu zahmete bu kadar katlanıyorlar. Herkesin kendi seçimi karışamayız. Ancak bu seçimlerinin başkalarına dokunmaması lazım. Yani sen bu haltı yiyorsun ama dikkat et bütün zararı sana kalsın. Başkaları da zarar görmesin. Ama o zihniyet yok malesef. Azimkar oldukları kadar duyarsız, duygusuz da bunlar. Nerde olurlarsa olsunlar, etrafta kim bulunursa bulunsun yakarlar hemen. Kendi zevklerini başkaları için işkenceye çevirirler. Konser sırasında önündekini saçlarını yakma pahasına sigara içen insanlar gördüm ben. Ya da maç sırasında önümdeki kişinin yandığı hissine kapılmama sebep olacak kadar duman çıkarabilen tiryakiler gördüm. Daha beteri kucağında çocuğu varken ağzından sigarasını düşürmeyen insanlar tanıdım. Bu da son noktadır sanırım. Babannem , rahmetli dedem sigara içerken hep söylerdi kulağıma küpe olsun diye; "Parasını el alır, dumanını yel alır, zehri sana kalır..."

Aşka da maydanoz


Örümcek adama inanmıyorum ben ...

Süperman e de...

Yanlış anlamayın kahramanlıklarına değil. Yoksa ikisinden de Allah razı olsun...

Aşklarına inanmıyorum ben...

Hangi kadın bi adama yaptıkları için aşık olur ki? Hanımlar size soruyorum bi erkek gelip pencerenizin altına "seni seviyorum" yazsa aşık olur musunuz?

Yoksa hayatlarını kurtardıkları için mi aşık oluyorlar... Bu aşk mıdır? Yoksa minnetin aşırı hayranlıkla yıkanmış hali mi?

Bence hepsi karizmalarına aşık oluyorlar...

Yoksa Peter Parker 10 sene komşuymuş sevdiği kızla, peki kızın haberi var mı ondan.. yok! Ne farkı var böcek ısırdıktan sonra, daha iyi biri mi oluyor? Ya da gidip duygularını mı açıyor? Hayır tabii ki de ama karizması yüz e belki de bin e katlanıyor...

Ya da Clark Kent in tek gözlüğü mü onu superman den ayıran da Luis ona değil de uçan adama aşık oluyor. Hayır , superman desen yürüyen hatta uçan karizma...

İnsan öyle birine aşık olmalı ki ne onun hayatını kurtarmış ne de onun için kendi hayatını feda etmiş olmalı. Ne onun için bütün fedakarlıkları yapmış ne de kendi hayatını sevdiğinin hayatına adamış olmalı...

İnsan kendi hayatını daha çekilebilir kılan birine aşık olmalı bence...

Hem de öyle aşık olmalı ki onu hayatından çıkardığında kendi hayatı da bedeninden o şekilde çıkmalı...

Ama asla onsuz yaşayamayacağını düşünmemeli. Zaten hayatta kalmak, ölmemeyi becermek zor değil. Önemli olan hayatı yaşamak...

Sevdiğiniz kişiyi bir daha düşünün... Kaşına mı gözüne mi yoksa güzel yüzüne mi aşık oldunuz? Ya da okuduğu şiir e ve ya attığı romantik bir mesaja mı?

Doğarken de ölürken de yalnızız... Mesele ,aradaki zamanı yaşadığını hissettirecek doğru insanı bulmakta...

30 Ekim 2008 Perşembe

Yine dir!


En sonunda Türk dil kurumu da satışı koymuş şu hayatımda en sevmediğim sözcüklerden birini sözlüğe kabul etmiş. Hangi kelimedir bu : "gene". Ne kadar kaba, ne kadar itici. Argo da ya da sokak ağzında "yine" nin yerine telaffuz edilmekte. Ancak "yine" gibi ince , güzel , kulağa hoş gelen bir kelime varken "gene" yi kullanmak bana çok ters geliyor. Konuşmanın bütün ahengini bozuyor. Türk dil kurumu da kabul etmiş olabilir ama ben yine de kabul etmiyorum. "gene" yoktur "yine" vardır!

29 Ekim 2008 Çarşamba

İpod a laf yok

Geçenlerde kuzu İpod a laf atmıştı. Hatta ona mp3 çalar demişti utanmadan. Efendim İpod mp3 tarzı müzikleri çalabilen efsane bir aygıttır. Süperdir. Almayı düşünen varsa hiç çekinmesin gitsin alsın. 2005 ekim de aldığım mini ipod um hala ilk günkü gibi çalışıyor. Hiç düşürmedim mi? Düşürdüm tabiki. Sürekli özel muhafazasında saklamadım. Günde 2-3 saat dinlerim en az. Bu kadar sık kullanıma rağmen bana mısın demedi. Öyle çok uzun süre kullanınca pil ömrüde azalıyor gibi dedikodular da var. Komple yalan. Haftada bir şarj ediyorum . Garantisi bitti ömrü bitmedi aletin. Ben dünya para verip ipod aldığımda benimle alay eden çömezlerin , 3 kuruş parayla aldıkları 256 lık "mp3 çalar"ların hiçbirinin ömrü bir kaç ayı geçmedi. Bu yüzden tavsiyem şudur ki elektronik şans işi değildir, kaliteden vazgeçmeyin...

Lara Şengün


Bilmiyorum övünülecek bir tarafı var mı ama kendisi , Victoria's Secret kadrosuna dahil olan ilk Türk modeli...

Fanatizm sınır tanımaz

Hem fanatik hem de laz olunca...

85. Yıl

Cumhuriyetimiz bugün 85. yılı kutlanıyor. Bir nevi devletimiz 85 yaşına bastı demek oluyor bu. Tabiki yurdun her yerinde kutlanıyor bu büyük gün. Bu seneki kutlamalara hasta oldum. Yine her zamanki gibi gençleri diktiler sabahın köründe. Geçirdiler okul okul . Ne kadar öğrenci varmış lise olsun orta okul olsun. Akabinde tabiki vazgeçilmez olan askeri geçit. F16 lar , helikopterler, zırhlı personel taşıyıcılar, tanklar filan. Tam bir gövde gösterisi şeklindeydi. Yani becerebilseler bir kaç tane savaş gemisi de geçireceklerinden eminim. Tamam buraya kadar her şey normal. Olağan bir geçit töreni şeklinde. Ancak bundan sonra geçenler biraz garipti açıkcası. Ginger üstünde polisler gördüm. Böyle 3 tane yan yana dizilmişler fırıl fırıl geçtiler. Eskiden Yunuslar vardı motorlarla şov yaparak geçerlerdi. Şimdi Ginger lar . Hadi diyelim onlarda gösteriş amaçlı. Polis teşkilatımızın ne kadar kaliteli(!) olduğunun göstergesi. Peki metrobüsler neden geçti? Polislerden sonra itfaiyesidir ambülansıdır derken bir de ne göreyim. İki tane metrobüs de geçiyor. Tamam Allah için çok şık araçlar da ne işleri var orda ? Cumhuriyetin korunmasında ve geleceğe taşınmasında ne gibi bir katkıları var? Metrobüste mi taşıyacağız ileriye? Yemişim böyle gösterişi...

Ciklet


Kutu sakızlar her ne kadar güzel olsa da ,eski tabiriyle cikletlerin havası bir ayrı.Ama son günlerde aldığım bi avuç ciklette mani yoktu.Eş dost erkanın yakınmasıyla sakız sunarken bir de mani yazar olduk yanına.Bakalım hayırlısı,yazıyoruz hep.Engelin kalkmasıyla buraya yazmayı da özlemişiz.
Çalar kavalı çoban,
Hep aynı havadan,
Bulur bi hal çaresini kurtla kuzu,
O çiti geçer havadan karadan.

28 Ekim 2008 Salı

Hasret bitti


Neyse ki bu saçma yasak fazla uzun sürmedi ve tekrar geri döndük. Özlemişiz...

24 Ekim 2008 Cuma

Panda feneri


Sanırım insanımız Deniz Feneri rezaletinden sonra bütün yardım toplayanlara aynı gözle bakmaya başladı. Bildiğin panda işte olum... Sanılmasın içi muadiline çeklerle dolu, hepsi migros fişi...

23 Ekim 2008 Perşembe

KaraBiletix

Az çok maçlara gitmeye çalışan birisi bilir bilet bulmanın ne derece zor olduğunu. Hele ki stad küçük ve maç da önemliyse imkansıza yakındır bilet bulmanız. Sebebi elbette sıraya geç girmeniz ya da işi yavaştan almanız değildir. Lanet olası karaborsacılardır. Son iki senedir bu olay iyice çığırından çıktı. Önceleri karaborsacılar kuyruğa kaynak yapardı, bu sayede biletlerin büyük çoğunluğunu kaparlardı. Sonraları polislerle çatışmamak için kaynak durumunda, onları da işin içine kattılar. Bu sayede her türlü gişede istedikleri çoğunluğu sağlıyorlardı. Son senelerde ise insanlar biletlerini internetten almaya başlayınca , karaborsacılar zor durumda kaldı. Bunun için de bu sefer işin içine bilet dağıtıcı firmayı yani Biletix i kattılar. Biletix saati geldiğinde biletleri satışa çıkarıyor ancak 2 dk sonra bilet bitti yazısını asıyordu. İnternet sitesinden bilet almak zaten mümkün olmuyordu çünkü bile bile kilitliyorlardı siteyi. Herkes apışıp kalıyordu bilgisayar karşısında. Sadece bir kaç şanslı insan internetten bilet alma şerefine nail olabiliyordu ki gişeye ,sabahın köründe dahi gitmiş olan için bilet alabilmek mucizeydi. Sonuç olarak binlerce futbolsever mağdur oluyordu ve bir bilete değerinin 2-3 katı para vermek zorunda kalıyordu. Bu da karaborsacıların iştahını kabartıyor ,bir dahaki maça daha çok bilet alıp hepsini karaborsa yapma şevkini arttırıyordu. Bunlara inanmayanlar olabilir. Bizzat bir Galatasaray-Fenerbahçe öncesinde bir biletix gişesinin cama "Bilet yok " yazısını asmasından sonra arka kapıdan bir tomar bileti, bir deste para karşılığında bir adama verirken gördüm. Tek yaşanmış bu değil tabi. Sabahın köründe giden arkadaşımın anlattığına göre sıra diye bir şey kalmıyormuş biletin çıkmasına yakın. Kaynak yapanlara polis müsaade ediyor onlarda karşılığında aldıkları biletlerin bir kısmını polislere veriyor. Bu da tek örnek değil; Bir şampiyonlar ligi öncesi sivil polis, stadın etrafında bir gencin yanına yaklaşıyor şu kadar para vercem bilet var mı diyerek yüksek bir meblağ söylüyor, çocuk da öğrenci muhtemelen ,tamam abi al diyerek bileti çıkarıp vermesiyle birlikte polis kelepçeleri takıyor. Tamam buraya kadar doğru . Ama sonrasında o bileti alan polis kendi önerdiğinden daha fazla paraya ya bileti karaborsa yapıyor ya da kendisi maça gidiyor.Peki bu mağduriyet nasıl bitecek? Bilet satma işini organize edenler de bu işin içindeyse nasıl olacak da karaborsa son bulacak. Tek bir yol var o da taraftar gruplarının müdahale etmesi. Yani karaborsaya izin vermeyecekler hele ki stadın etrafında. Ya da internete telefon numarasına kadar verip bilete 3 katı fiyat biçen biri ile anlaşacaklar. Buluşma yerinde bir güzel ezip biletin değeri neyse suratına vurup alacaklar. Yani onlar kalabalık organize de milyonlarca taraftar mı organize olamıyor. Ancak korkum şu ki bu zamana kadar birşey yapmamaları gösteriyor ki onlarda bu işin içinde.Yani yöneticisi, polisi , gişecisi, taraftarı da bu kumpasa dahil. Sonunda olan kendi halindeki taraftara oluyor. Başka bir çözüm ; olur da bilet alabilen çıkarsa limit ne kadar ise o kadar bilet alsın. Fazlasını ,aldığı paradan bilet bulamayıp dışarda kalana dağıtır. Yoksa bu hakaret daha çok devam eder. Kimse sinir olmuyor mu ya stadın etrafında adım başı "bilet var bilet var, açık var , telsim var" diyenlere...

22 Ekim 2008 Çarşamba

I phone Çılgınlığı


Walkman’den CD çalarlara geçtiğimiz vakitlerdi daha.Kasetlerde sevdiğimiz parçayı 3dk geri almanın ya da –pil bitmesin diye- bir kalem yardımıyla el ile geriye sardığımız yöntemlerden kurtulup,bir el ile zor kavranan,cd çizilmesin diye yerinden oynatmaya korktuğumuz(ki o anda müzikten de mahrum kalırdık çizilmese bile ) cd çalarlara vermişti yerini.Bunların yanında hele ki göçebe bir insansanız taşınması gereken en az bir 5 CD yerini alırdı.Daha sonraları teknoloji bir adım daha attı ve mp3 çalar devri başladı.Bununla birlikte CD çalarlar –kıyılırsa eğer – rafa kalktı,MP3 çalarlara yer verdi.100 küsür Track bir dvd içine girdi ve bir nevi hamallıktan kurtulundu .Ve bir gün mp3 çalarlar küçüldü cebimize girdi = ) Daha doğrusu Ipod’lar erler meydanına çıkana dek kulaklıkla birlikte boyunda taşındı.Dünya parayla Ipod alma yarışına girildi.Peki sonu? Hüsran tabii ki. Aradan çok geçmeden Ipod’un marifetlerini(!) daha ucuza ve daha fazla özellikleriyle başka markalar piyasaya sürüldü.
Şimdilerde yine, malum markamızın telefon özelliklisi de çıkarıldı.Neymiş efendim tamamen dokunmatik ekranmış,her bir özellik varmış.Şuymuş buymuş.Tamam takdir edilir birçok farklılıkları olabilir ama bunca reklamla mucizevi bir telefon imajı verilmesini hiç de hak etmiyor fikrimce.Çünkü hala İpod özelliği ağır basıyor olsa gerek ki,neredeyse bir çok telefonda bulunan özellikten mahrum.Sadece adında geçen 3G dışında ben bir üstünlük göremedim.Nedir peki senin aradıkların kuzucum diyeceksiniz,şöyle ki; bluetooth yok.Evet doğru okudunuz.özelliklerinde var denilen bluetooth sadece kulaklıkla iletişimi için,yani bir dosya transferinde bulunamıyorsunuz.Sonra buna ek olarak wi-fi özelliği konulabilirdi.Ama aygıt destekçisi olan operatörle hazırladığı erişim paketlerini satmayı uygun görmüş.Dökümantasyon erişimi sağlanmış,ama nasıl: sadece e-mail’inizden alıyorsunuz ama herhangi bir değişiklik yapamıyorsunuz üzerinde.Gelelim can alıcı bir diğer noktaya kamera 2 MP.Yani o kadar görüntüyle övünüyorsan en azından standartlara uyup,3.2MP diyebilirdin.Neyse bu da ayrı bi anektod.
Şimdi sizde diyebilirsiniz “kuzu kullandın o zaman bu kadar atıp,tuttuğuna göre”.Bu bilgilere yapılan diğer ‘kullanıcı’ yorumlarından çok turkcell’in kendi sayfasında verdiği,yani resmi yazılara dayanarak konuşuyorum.Kaldı ki,bunca şeyi kullanıcı biri olarak yazmam yakışık almazdı.Eğer derseniz ki,”e sende git bi PDA al bu özellikleri istiyosan”.Buna da eyvallah.Haklısınız istekler biraz üst düzey.Ama küçük bir araştırma yapın ki,artık yavaş yavaş çoğu telefonda bu özelliklere rastlayabilirsiniz.Hem de öyle arttıramadığınız hafızalarla değil-sözümüz meclisin içine!- adamakıllı kapasite ve özelliklerde telefonlar.Yani Ipod mevzuundaki gibi daha sağlam aygıtları görmeyip,gözümüzü boyuyoruz.Artık tercih sizin.

Cobie Smulders


Evet, How i Met i biraz da onun için izliyoruz...

21 Ekim 2008 Salı

Çayda çıra


Aghohowa yı tutamayan Fenerbahçe defansı Adebayor un karşısında ne yapsın. Arsenal iyi oynadı, Fenerbahçe de aynı hataları yapınca sonuç böyle oldu. Skora hepimiz üzüldük ama benim dikkat çekmek istediğim bir konu var. Arsenal bu akşam bize her dakika yere yatıp sakatlık numarası yapmadan ve bütün duran topları gecikmeli kullanmadan nasıl zaman geçirileceğini gösterdi. Arka arkaya 20-25 pas yaptılar. Bir tek top dahi şişirmediler. Umarım herkese örnek olur da futbol kalitemiz artar biraz olsun ligimizde...

Spiker sorunsalı

Ertem Şener herhalde bu akşam herkesten fazla küfür yemiştir. Sadece futbolcuların isimlerini ezberleyebilen ve elindeki kağıttan istatistik okuyan bir adama ne diye Şampiyonlar Ligi maçı anlattırılır ki? İlker Yasin in biraz daha genç versiyonu. Fenerbahçeli olmamama rağmen beni bile delirtti. Olmadık zamanda yorumlar, saçma eleştiriler. Sürekli Milan maçına gönderme yapıyor. "Fener uzun zamandır böyle yenilmemişti" der gibi. Skor 4-1 iken de "Bu Fenerbahçe nin alışık olmadığı bir skor" diyordu sanki 2 hafta evvel Kayserispor bu stattan o skor ile ayrılmamıştı. Saha içindeki diyalogları duymuşçasına bize aktarıyor. Acayip acayip benzetmeleri de cabası. Sırf bu adamdan kurtulmak için insanlar internetten izlediler maçı. Yok mu koca kanalda başka spiker ya...

Müşteri hizmetleri

Büyük şirketlerin, firmaların olmazsa olmazıdır müşteri temsilcileri. Aldığınız hizmette bir sorun yaşadığınızda ulaşırsınız kendilerine ve çözmeye çalışırlar. Tabiki hepsi aynı titizlikle çalışmaz ya da aynı özveriyi göstermez probleminiz konusunda. Hatta iplemeyenler dahi olabilir. Bu kişileri yaşayarak tecrübe etmek en kötüsüdür. Her neyse, müşteri hizmetlerinin bana göre en gereklilerinden birisi online müşteri temsilcisidir. Yani canınız her istediğinde bir tık ile kendisine ulaşabilmelisiniz. Bu tür bir hizmeti verebilen şirket zaten güvenilir bir firmadır gözümde.
Peki ülkemizde bu işi yapabilenler var mı? Bu konuda en başarılısı yemeksepeti. Saat kaç olursa olsun sizinle internet üzerinden ilgilenecek birisini bulmanız mümkün. Yani sonuç olarak bu site gibi internet üzerinden hizmet veren bir firmanın böyle bir hizmetinin olması gayet normal. Ancak bunun gibi bir site olan hepsiburada.com un böyle bir hizmeti yok. Adamların ne mağazası var ne de doğru düzgün bir şirket binaları. Her şeyleri sanal ortamda ancak hiç bir şekilde online olarak ulaşamıyorsunuz. Müşteri hizmetleri kısmından sadece mesaj atabiliyorsunuz ona da ne zaman cevap geleceği belli değil. En azından yine de internet üzerinden bir hizmet vermiş adamlar diyenler için sıradaki örneğim Avea dan. Hani şu en çok kullanılan Gsm operatörü olduğunu iddia eden şirket kendileri. Ortalamanın altında bir internet siteleri var ve burdan müşteri hizmetleri kısmına ulaşabiliyorsunuz. Aynı hepsiburada gibi mesaj atma imkanınız var . Ancak , Avea yı farklı kılan kısım ise şu: Ne hakkında mesaj atarsanız atın kendileri cevap olarak telefon ile müşteri hizmetlerini arayın diyor. Yani sen zaten bir gsm operatörüsün sana telefon ile her zaman ulaşabilirim ama belli ki başka bir durum var ve ben internetten ulaşmak istiyorum. Ancak görülen o ki böyle bir imkanım yok. O halde ne diye böyle bir imkan sunuyorsun varmış gibi. Madem aramamızı isteyeceksin sadece "Bu numarayı arayın" diye yaz sitene müşteri temsilcisine ulaşmak için. Ne siz böyle küfür yeyin , ne de biz asabi olalım...

19 Ekim 2008 Pazar

Nefret edilesi meslekler #2

İnsanları sinir eden mesleklere devam ediyoruz. Sırada nefret edebileceğiniz başka bir meslek grubu var. Berberler...
Tabii bu grup sadece erkeklere yönelik bir meslek grubu olduğu için kızlar için bir anlam ifade etmeyebilir. Her neyse ; berbere öyle güle oynayan giden kimse görmedim şimdiye kadar. Herkes aynen doktorlar gibi mecburiyetten gider. Bu yüzden sürekli aradan çıksın da işimize gücümüze bakalım havasındadır berber ziyaretleri . Ama berberler için durum farklıdır. Bütün gün boyunca koca bir aynanın karşısında kendisi ile başbaşadır. Bu yüzden canları çok sıkılır. Haliyle müşteri gelince de bu büyük yalnızlığının etkisiyle istemez hemen gitsin elindeki. Uzatır da uzatır muhabbeti. Tanışıklığınız olmasa bile bir anda öyle muhabbetlere girer ki zannedersiniz asker arkadaşınız. Can sıkarlar yani. Susmazlar bir türlü. Hiç çekinmeden en özelinize kadar sorular sorarlar. Üstelik makas onun ellerinde olduğu için ters cevap da veremezsiniz. Çünkü sinirlenip bir makas darbesi ile saçınızı ve haliyle bütün dış görünüşünüzü mahvedebilir. Çok kızdırırsanız kulağınızın ucundan accık bile alabilirler kendilerine.Sonuçta elinde makas ya da ustura olan bir adamın önünde kuzu kuzu oturuyorsunuz . Dikkatli olmak lazım tehlikeli olabilirler yani. Bu meslekte de bir okul bitirme zorunluluğu olmadığı için küçük yaşta eline makası alan herkes açabilir dükkan. Öyle olunca kalifiye olanı bulmak zor oluyor. Bu yüzden de hiç bir zaman saçınız istediğiniz şekilde kesilmiyor. Çünkü hem nasıl istediğinizi anlamıyorlar yetersizlikten ötürü hem de becerileri yok kesme konusunda. Berber ama tek yapabildiği tarağın üstünde kalan saçları kesmek. Aman abi şurası kalsın dersin 2 dakika sonra bir bakarsın alakasız bir muhabbet sırasında dalıp orayı da götürmüş. Hayır kökü bende tekrar çıkacak ama madem bu hale getirecektin evde de var makas , kendim keserdim...

Nefret edilesi meslekler

18 Ekim 2008 Cumartesi

Are you player?

Ne kadar gereksiz bir futbolcu. Takıma hiç bir katkısı yok. Muhtemelen sakatların çokluğundan kadroya girmiştir. Amatör takım kursam yine almam kadroya...

Babet


Sadece altı olan bir şeye nasıl ayakkabı denebilir ki? Ayrıca hiç bir ekstra özelliği olmaması rağmen nasıl bu kadar pahalı olabilir? Yani sonuçta bi alt tabanı var. Onunda ayağın yere temasını kesmekten başka bir aktivitesi yok. Var mı basket babeti ya da hava tabanlı şekli filan? Bildiğim kadarıyla yok.Ama nedense kızlar dünya para verip bu ayakkabıları bayıla bayıla giyiyor. Bence hiç yakışmıyor. Sanki birşey giymeden çıkmışsın gibi. Ayak tamamen meydanda. Kusura bakmayın ama böyle bir ayakkabıyı beğenen erkek muhtemelen ayak fetişistidir...

16 Ekim 2008 Perşembe

Nefret edilesi meslekler


Öncelikle belirtelim, burada bahsi geçecek meslekleri tabiki namusuyla yapanlar vardır. Lafımız asla ve asla onlara değil. Ama hepimiz göreceğiz ki bu kişiler tamamen çok küçük bir azınlığı oluşturmakta...
İlk meslek olarak dönercileri ele almak istiyorum. Öncelikle bu işi yapmak hiç bir bilgi birikimi gerektirmemekte. Tek ihtiyacınız bir döner bıçağı. Yani bir bıçağı tutabilen herkes bu işi yapabilir. Herkes diyoruz ama çoğunlukla kendisinden nefret ettirecek insanlar yapıyor bu işi. Peki neden nefret edilir bir dönerciden? Olabildiğince açıkgözdür bunlar. Her şekilde insanı kazıklamaya yönelik hareket ederler. Açarlar ocağı keserler en pişmiş kısmı. Hiç çekinmeden yanmış kısımları verirler müşteriye. El kadarcık et ile koca bir orduyu doyuracak şekilde döner kesme yetenekleri vardır ayrıca. Keserler keserler bir türlü bitmez. 3 kuruş daha fazla kazanacağım diye basarlar ekmeğin içine dönerin yan hizmetlerini; domates,turşu,yeşillik,sos,ketçap... Gece olur yedirecek insan kalmaz ama yine de bitirme uğruna 2 parmak daha fazla döner koymazlar o ekmeğin içine. Ulan kalacak işte , sabaha mı saklayacaksn? Koyma salata , döner koy. Su , kola, ayran gibi içecekler normalin 3 katı pahalıdır orada. Ucuza satıyor gibi görünüp voleyi ordan vurmaya çalışırlar.
Bir de hiç bir zaman istediğiniz gibi döner hazırlayamazlar. Sossuz istersiniz turşusuz gelir,yeşillik istemezsiniz ziyadesiyle fazla şekilde gelir, su istersiniz acı biber gelir(lan!)... Gerçi bu tür dönerciler az param gitsin karnım nasıl doyarsa doysun mentalitesindeki insanların olmazsa olmazıdır. Ki hala bu işte tutunmaları da bu mentalite sayesindedir. Okulu açılsın, dönerci yeterlilik kursları açılsın, sertifikası olmayan bıçak kullanamasın. Martı döner de bi yere kadar...

15 Ekim 2008 Çarşamba

Yüzde yüz futbol


Hakan Ünsal,Sergen Yalçın ve Rıdvan Dilmen aynı programda; Yüzde Yüz Futbol , Ntvspor da. 3 tane eski futbolcunun bir maçı tartışması nasıl olabilir ki? Tamamen kahve muhabbeti tadında. Bir de puan kaybedilmiş, sinirler gerginse...

İtalyan


Eskilerin "italyan" diye tabir ettiği saç modelini yapmış Halil efendi kendine. Çok güvendiğimiz , Almanya da top koşturan milli futbolcumuz. Bu akşam Estonlar karşısında bel bağladığımız adamlardan biriydi. Ama harcadı resmen bütün pozisyonları. Bir futbolcunun özellikle milli bir forvetin ki Bundesliga da kendisine yer etmiş bir golcünün kaçırmaması gereken pozisyonları birer birer tüketti. Yeni saç modeli herhalde uğursuz geldi. En yakın zamanda o saçtan kurtulmasını ve golleriyle aramıza dönmesini bekliyoruz...

Burak Dilmen


Bülent Hocayı istemiştik, Burak Hocayı getirdiler. Hayırlı olsun takım için. Umarız rahatsızlığı tamamen geçmiştir...

Ortada kuyu var #2


Güiza nın geçen yayınlanan röportajından sonra Aziz Yıldırım da "14 milyonumu getirsin , sonra ne yaparsa yapsın" açıklamasını yapmış. Arkasından da Güiza dansözlüğünü konuşturmuş ve "o sözler bana ait değil , eşime ait." demiş. Hatta bunun bir röportaj olmadığını ,sadece bir gazeteci ile olan sohbet(!) sırasında aralarında geçtiğini de eklemiş. Yahu zaten bu adamın burada 4 yıl kalacağını düşünen var mıydı?

Turist sorunsalı


Tamam turistler ülkemiz için velinimettir. Gelsinler , kalabalık gelsinler. Gezsinler her bir bucağı. Canım yurdumun görülecek güzelliği çok. Gezerler, görürler, dövizleriyle ülke ekonomimize katkı sağlarlar bazen de bir kaç şanslı p.çin yurtdışı vizesi almasını sağlarlar. Hepsini bizzati gözlerinden öperim. Gelemeyenlerinde canları saolsun düşünmeleri , istemeleri yeter...
Gelelim işin bize düşen kısmına , maydanozluğa. Şimdi efendim bu gavur diye tabir ettiğimiz insanlar canları ne zaman isterlerse gelmiyorlar mı? Parasıyla değil mi yani? Ben mesela hatırlamıyorum Sultanahmette bir tane turistsiz gün. Yaz , kış , bayram , seyran dinlemiyor adamlar. Hayır memleket bizim memleketimiz, ev sahibi biziz ama bir Allahın günü yalnız kalamıyoruz. Her gün misafir her gün misafir... Yeni bir uygulama başlatılsın bundan sonra belirli zamanlarda sınırdan içeri bir tek turist dahi sokulmasın. Mesela ramazan ayında. Senede bir kez olan ve bir ay süren bir ibadet içine girdiğimiz o ulvi günlerde , ben o Ayasofya senin bu Sultanahmet benim şeklinde gezmek istiyorum. Ama yalnız sadece kendi insanımla. Yasaklamak olmayacak bir şey değil. Örneğin Mekke ve Medine ye hristiyan kimseler alınmıyor yamulmuyorsam. Bizde de olsun. Kendi evimizde, yabancısız, bayramımızı kutlayalım ya doya doya. Gerçi hem bir aylık döviz kesintisi hem de 9 günlük bayram tatilleri ekonomiyi ve ülkeyi ne hale getirir bilinmez. Daha çok dua ederiz biz de Ramazanda...

Çay ve 3 ün büyüsü


Çay ;

3 şeyden hazırlanır ; sıcak su , dem , şeker...
3 şeyde hazırlanır ; ateş(ocak), demlik , semaver...
3 şey ile servis edilir; bardak,tabak,kaşık...

Ayrıca bazı diller çay 3 harf ile sembolize edilir : çay, tea... Başka varsa bilen bizimle de paylaşsın lütfen...

Almanca'da "tee",
Fransızca'da "thé",
Portekizce'de "chá",
Rusça'da "Чай"
Esperanto'da "teo"

Ortega ' ya teşekkürler...

Kuzunun sessizliği


Evvel zaman içinde kalbur saman içinde,yumurtanın kapıyı tıklamayı bilmediği zamanlarmış…Evet esas oğlan ya da kız,burada bildiğiniz yurdum öğrenci tipini oluşturmaktadır. Teslim etmesi gereken ödev,proje,rapor ve bilumum şeyler hep son günü bekler,sınava son günler hazırlanır(ki daha beteri son saat çalışmadır.bknz: ben).Geçenlerde yumurtanın ziyaretçilerinden biri olarak ben kuzu,burada kurdun baskılarıyla ilk konu olarak, teslim etmem gereken staj defteri hikayemi paylaşmak istedim.Yazdan çıkmanın rehaveti ve yeni açılan okul sezonunun telaşesiyle birlikte,son teslim gününün gelip çatmasını beklemekteydim.Ve görevimi layıkıyla yerine getirerek,asıl güne kadar olabildiğince oyalanmış,kırlara,sahillere bünyeyi kaptırmış ve son gece sabahlama işlemini de yerine getirdikten sonra,göz altındaki mor halkalara aldırış etmeden büyük bir sevinçle defteri teslim etmeye gidilir,ta ki defter geri çevrilene kadar.Uykusuzluktan mıdır bilinmez eksik belge olduğu gözden kaçırılır.Çenenin yerle teması kesildikten sonra red alındığın odanın çıkış kapısı el yordamıyla bulunmaya çalışılır.Uykusuz kaldığına mı staj yapılan yere geri dönme eziyetine mi,kaçırılan derse mi(ki burası yalan.İmza çakılmıştır eş-dost tarafından) yanmak gerektiği karar verilemeyerek,tüm sövgü çeşitleriyle Kuzunun sessizliğini bozdururlar işte böylelikle.Onlar erir muradına,Kuzu çıkar merasına..

14 Ekim 2008 Salı

Bülent Ünder


Olası bir Skibbe istifası durumunu değerlendirmiştik. Her ne kadar yardımcıları gönderilmiş olsa da Skibbe nin de gitmesi uzak bir ihtimal şuan için. Ancak bir yardımcısı yok. Geçen sene göreve geldikten sonra oynadığı 6 maçta 6 galibiyet alıp şampiyon yapmış bir kondüsyoneri var ama o da bir yere kadar. Bana göre şu an için takıma gelebilecek en iyi aday Bülent Ünder dir. Hatta Türkiye de takım yönetme tecrübesine en çok güvendiğim adamlardan biridir. Bir Kalli adı dönüyor ama tabiki o da uzak bir ihtimal. Son dedikodular yardımcı olarak Bülent hocanın takıma katılacağı yönünde. Bir diğer aday da Hikmet Karaman. Aman uzak dursun...

Yeni açık


Kim ne derse desin Yeni Açık tribünü bilet alacaklar için son tercihtir. Para yeterse Kapalı ya bakılır , yer varsa Eski Açıktan alınır en olmadı Yeni Açıktan bir bilet ayırtılır. O zaman dahi Yeni Açık Üst tercih edilir. Alt tribünden maç izlemek pek zevkli olmaz. Gelelim maydanozluğa. Son 1 senedir yönetimin bilet tarifesinde bir gariplik var. Yeni Açık Alt ve Üst tribün bilet fiyatlarını aynı tutuyorlar. Sebebini kimse bilmiyor. Öyle olunca da kimse aynı fiyatken Üst yerine Alttan almıyor biletini. Elini çabuk tutamayanlar bir geliyorlar gişeye hep Alt kalmış. Öyle olunca da kısmet yokmuş diyerek geri dönüyorlar. Yeni Açık Alttan seyredeceğime televizyondan izlerim diyor insanlar. Her maç o kısım boş. Ve yönetim -artık kim belirliyorsa bilet fiyatlarını- buna resmen seyirci kalıyor. Yarı fiyatına indirin demiyoruz. En azından bir 5-10 ytl ucuz olsun. O zaman orası da dolar...

Bilet fiyatları şöyle:

Numaralı Grup 1 .....: 200 YTL

Numaralı Grup 2 .....: 150 YTL

Kapalı Alt Grup 1 ...: 200 YTL

Kapalı Alt Grup 2 ...: 150 YTL

Yeni Açık Alt ve Üst.: 30 YTL

Eski Açık ...........: 30 YTL

Okeye 2. aranıyor...


İtalya Futbol Federasyonu ,Bulgaristan deplasmanında yaşananlardan sonra taraftarlarını deplasmanlara götürmeme kararı almış. Her ne kadar tribün şovları olarak dünya da 1 numara olsalarda italyanlar fanatizm konusunda olayı abartmış durumdalar. İngilizlere holigan damgası vurulur genelde. Ama son 2-3 senede İtalya da ki olaylar ,artık müdahale edilmesi gerektiğini gösterdi. Maçları seyircisiz oynamak dahi çözüm değil ki gördük bunu Napoli taraftarları treni yağmalayınca. Futbolsuz da tabiiki olmaz. Seria maçlarını takımlar Japonya da oynasın. Yazları da turneye Çizme ye geri dönsünler. Televizyondan izleye izleye belki durulurlar...

En güzeli


Bilgeye sormuşlar dünyadaki en güzel şey nedir diye?
´Sevmek´ demiş...
Peki sonra? demişler...
´Sevilmek´ demiş...
Peki neden sevmek sevilmekten önce geliyor? demişler...
O da demis ki : İnsan sevdiğine, sevildiğinden daha çok emindir...

13 Ekim 2008 Pazartesi

Ziyanlık!


Toplu taşıma araçlarında yaşlılara yer veriniz anonsu sürekli dönüyor. Ancak buna rağmen bazı genç arkadaşlar yer vermemek için 40 takla atıyor. Yeri geliyor uyuyormuş numarası yapıyor yeri geliyor gözlerini kaçırıyor. Ulan gafil, çılgın şoförler yüzünden teyze,amca ayakta zor duruyor. Düşmemek için elinin gittiğe yere tutunuyor sen camdan dışarı bakmaya devam ediyorsun. Yanına kadar gelip gözlerinin içine bakıyor ayaklarından ayırmıyorsun gözlerini. Hadi onları hayır duaları umrunda değil , benim küfürlerimi de duymuyorsun zaten. vicdanının sesinden nasıl kaçıyorsun diye sormama gerek yok çoktan susturmuşsun. Bütün bunlara eyvallah da ilerde kocayınca hangi yüzle yer isteyeceksin rezil!

Yeter!


Her turnuvanın ya da yarışmanın son ayağından önce gazetelerin , internet sitelerinin kısaca medyanın "hede höde şampi...." şeklindeki başlıkları bitsin! Tamam son anda olamayınca güzel kapak oluyor kabul ama yeter...

12 Ekim 2008 Pazar

Ortada kuyu var


5 büyük ligden birinin gol kralı ünvanı ile geldi Türkiye ye. Üstelik Euro 2008 in şampiyon kadrosunda da yer alıyordu. Bu apoletler ile gelmiş sanırım başka bir golcü daha yok lig tarihinde. Her neyse, bir önceki sezon La Liga da 27 gol atmıştı ki bir tanesi bile penaltıdan değildi. Herkes haliyle Süper Lig gibi kolay bir ligde ondan patlama yapmasını bekliyordu. Tabii gazı aldıkça açıklamalar gecikmedi. "Okçu" sevincini herkese ezberletme parolası ile geldiğini söylüyordu. Ancak işler pek yolunda gitmedi ve sonunda 12 resmi maçta 3 golde kaldı. Bundan sonra da açıklamaların yönü biraz değişti. İspanyol dergisi ile yaptığı son röportajında 4 yıllık sözleşmesini tamamlayamacağını ve bu süre zarfı içinde ayrılacağını hissettiğini belirtmiş. Bununla beraber takım olarak kötü olduklarını da itiraf etmiş. Kusura bakmasın Dani efendi ama kendisine verilen 14 M€ yüzünden herkes ona bel bağlamıştı. Hayal kırıklığı yaşattığının farkında olmadan kendisinin pişman olduğunu söylüyor. Halbuki insan gelmeden önce bir bakar kimleri öğütmüş bu değirmen. Ortega,Anelka,Kezman... Sana yar olur mu burada o okçu sevinci...

Kara lale

Yazın sonunda Galatasaray ın başına Skibbe getirildiğinde herkes yönetimin güzel bir iş yaptığını düşünmüştü. Zamanla öyle trasnferler yapıldı ki Skibbe deyim yerindeyse gölgede kaldı. Transfer dönemi sona erdiğinde herkes Skibbe nin bu takıma yetemeyeceğini düşünüyordu. Derken ligler başladı ancak Galatasaray açısından durum iç acıcı değildi. Puan kayıpları fazla olmasa da oynanan futbol kimseyi tatmin etmiyordu. Haberlerin çıkması gecikmedi. Gazeteler teker teker gönderiyordu takımdan. Tabii kimse pek ihtimal vermiyordu buna. Fakat bir anda Skibbe nin yardımcıları görevlerinden "alındı". Çoğu kimse için bu Skibbe ye git demekti. Yerine aday hazırdı: Fatih Terim. Dedikodular gırla gitti. Skibbe de g.tü biraz olsun kurtarmak için " zaten ben de memnun değildim ikisinden" dedi. Ne kadar ciddiydi bilinmez. Fatih hocanın Galatasaray ın başına geçmeyeceği belliydi. Hele ki Bosna galibiyetinden sonra herkes Güney Afrika ya Türkiye nin ancak Terim ile gideceğini anlamıştı. Sonuç olarak yeni bir isim gerekiyordu. Kalli ,Adnan Polat ın davetlisiydi ama geçen seneden sonra onun takımın başına geçirilmesi kimsenin aklına yatmıyordu. Ama bir aday gerekliydi herkes için. Fanatik bulmuş bile herkesten önce. Başlık bile atmışlar. "Kara lale". Gerçekten lakabı bu mu bu adamın adı acaba? O değil de Denzel Washington a ne kadar benziyor...

Demirören bank!

4.5 senelik başkanlığında 5 teknik direktör gören(Del Bosque,Rıza Çalımbay,Tigana,Ertuğrul Sağlam,Mustafa Denizli) , her sene bir dünya topçu alıp sene sonu gönderen ancak buna rağmen bir türlü şampiyonluk yaşayamayan bir başkan Yıldırım Demirören. Taraftarı dahi canından bezdirmiş ve gitmesi için kampanyalar başlatılmıştı. Ama hepsi sonuçsuz kaldı . Ne gelmeyen şampiyonluk ne de taraftar baskısı onu koltuğundan edemedi. Kimsenin onu göndermeye gücü yetmedi. Aslında neden diye sormanın bir anlamı yok . Kulübün 115 milyon ytl den fazla borcun 50 milyonu başkanına. Yani başkan sürekli takımı değiştiriyor ama bunun bir kısmını hatta büyük bir çoğunluğunu da kendi cebinden yapıyor. Diyelim siz ev sahibisiniz ama kiracınıza yüklü miktar borcunuz var ama ödemeye durumunuz yok. Çıkması için baskı yapmaya cesaret edebilir misiniz? Demirören de onu diyor. Varsa bu kulübe benden çok yatırım yapacak para harcayacak adam buyrun gelsin. Artık Çarşı bu ekonomik krizde bir dolar milyonerini nerden bulur bilinmez...

Temel


Temel hıristiyan ve artık ölüm döşeğinde. son nefesini vermek üzereyken papaz kulağına fısıldamış:
-Ölmeden önce şeytanı lanetle...
Omuz silkmiş temel:
-Nereye gideceğimi bilmeden kimse hakkında yorum yapmak istemiyorum...

Kalp krizi


Herkes kalp krizinin yaşını başını almış kimselerin başına geleceğini düşünür. Ancak son zamanlarda bu sebeple ölen çok sayıda genç insan oldu. Üstelik bunların bir kısmı sporcu. Yani vücuduna layığıyla bakmış kimseler. Sonuç olarak bir krizin bizi de vurmayacağının garantisi yok -Allah korusun-.
Peki neler biliyoruz kalp krizi hakkında? Genelde insanlar yalnızken kriz vurur. Tabii ki bunun yalnız olmakla alakası yok. Ama sonu ölümle biten krizler tabiki insanlar yalnızken yaşadıklarından dolayı oluyor. Etrafta birileri varken zaten gönül rahatlığı ile kriz geçirebilirsiniz (!).
Peki yalnızken yakalandığımızda neler yapmalıyız. Birden kolunuzda ve göğsünüzde şiddetli bir ağrı hissettiyseniz bu bir kalp krizidir. En geç 10 saniye içinde bilincinizi yitirirsiniz. Bu da hiç bir şekilde sizin yararınıza olmaz. 10 saniye içinde kendinizi kurtardınız kurtardınız sonrası Allah Kerim...
Şiddetli ağrıyı hissettiğiniz anda öksürmeye başlamanız gerekiyor. Hem de öyle bir öksürmeniz gerekiyor ki Yeşilçam filmlerindeki veremliler gibi. Sanki akciğerleriniz fazla gelmeye başlamış dışarı çıkartmaya çalışıyormuş gibi. Bu öksürükleri ta ki kalp atışınız eski haline dönene ya da birisi sizin yardımınıza gelene kadar devam ettirin. Bildiğimiz üzere kalp krizinin sebebi kalp damarlarının tıkanmasıdır. Öksürmek ciğerleri oksijen ile doldurur ve kalbe tazyik yaptırır. Bu da tıkanıklığın açılmasını kolaylaştırır. Tabiki öksürmek sizi tamamiyle kurtarmaz ama en azından profesyonel yardım alana kadar bilincinizi açık tutar. Herkesin canı bir tane sonuçta. Bilenler bilmeyenlere anlatsın...

Lan Sabri

Geçirdiği uzun sakatlık döneminde kendisine hasret duruma geldiğimiz Sabri geçen hafta Bursa da sahadaydı. Ancak beklediğimiz performansı gösteremedi. Hatta bırakın performans göstermeyi akıllarda Lincoln ile dalaşı ve bir türlü gitmeyen , adama ulaşmayan ortaları kaldı sadece. Ama yine de kalifiye adam yoksunluğundan milli takım aday kadrosunda kendine de yer buldu. Yine aynı sebepten de formayı İnönü de sırtına geçirdi. Herkes Bursa daki performansından sonra adam geçirmesin yeter diyordu onun için. Ama Sabri daha ilk dakikalarda bu maçın farklı olacağını hissettirdi herkese. Bütün maç boyunca şaşmadan verdiği taç çizgisine paralel sıfıra doğru paslar onun bu maç bizlere farklı şeyler göstereceğinin ispatıydı aslında. Orta yapmasını bilmediğini düşündüğüm bu adam 2 gol ün de ortasını kendisi yaptı. Neredeyse maçı tek başına koparttı. Eminim ki maç sonunda takım arkadaşlarını , teknik heyetin hatta bütün futbolseverlerin Sabri ye sormak istedikleri soru şuydu:
"Doping mi yaptın olum?"

11 Ekim 2008 Cumartesi

Zorla güzellik


Artık biraz zorla biraz da makyajla mümkün... Gerçi photoshop çıkalı makyaja bile gerek kalmadı.

Batmayan güneş


İsveç-Norveç sınırından bir görüntü. Güneş yaz aylarında gölün etrafında 360 derece yaparak batmadan dönüyor.

Gün mü ? Halı saha mı?


Erkek milletinin vazgeçilmez mekanlarının başında gelir halı saha. En büyük tutkularından biri olan futbolu, en zevkli şekilde yaşadığı yerdir orası. Ayda bir haftada bir mutlaka maçlar yapılır ter dökülür takım için. Ancak bu zevk sadece erkeklere aittir. Kadınlar malesef bu hazdan yoksun kalırlar. Futbolu sevmedikleri için mi? Tabii ki hayır. Kadınların halı saha maçı yapamamasının 2 sebebi vardır:
1. Hiç bir şekilde kadınlar 12-14 kişilik bir grup olarak aynı yer aynı saatte buluşamaz.
2. Buluşsa dahi 2 ayrı takım şeklinde ayrılamaz.

Kadın milleti doğası gereği söz verdiği saate yetişemez.Dünyadaki kadın nüfusunun sadece onbinde biri bu klansmana dahil değildir. Ama ne yazıkki onlar da futbol meraklısı değiller. Bir de kadınların olayları yaşadıkları anın şartlarına göre değerlendirmek gibi bir huyları yoktur. Yani "sahada olan sahada kalır" felsefesine sahip olmadıkları için bir futbol maçı onlar için çok kötü sonuçlanabilir. Misal vermek gerekirse saha da yapılan bir faul bir kafasından şu şekilde geçer:
"Erkan abi çelmeyi geçirdi çünkü gol atacaktım..."
Ancak kadın da ise durum farklıdır:
"Bu Aslı karısı da hala yanlışlıkla kırdığım porselen tabağının intikamını almaya çalışıyor, zaten gol atınca da bana gülmüştü. Kesin bana garezi var . Tabii lisede hoşlandığı çocuğu ben kapmıştım hala ödeşme çabaları içinde. Yarın teyzemgilin günün de bir çemkireyim şuna..."

10 Ekim 2008 Cuma

Son imparator


"Bir nuh'un gemisini suyun üzerinde tutmaya çalışıyorum. ama bakıyorum, eşek ambarda yangın çıkarmış, fil geminin ahşaplarını dişliyor. benden başka herkes bu mazlum tebaanın kurtarıcısı olmaya hazır. bense gemiyi suyun üzerinde tutarak zalim oluyorum. "bırak batsın, gemi eskidi zaten" diyorlar. ya içindekiler ne olacak mösyö? limana bu içindekileri tahliye edecek gıcır gıcır bir gemi yanaştı da, biz mi görmüyoruz? hayır mösyö, olacak olanı size söyleyeyim, suya düştüklerinde birbirlerini boğazlayacaklar. yeterince boğazladıklarında, ama öyle hemen değil, gelen herkesi kurtarıcı belleyecek kadar perişan hale geldiklerinde, herkes birini kurtarmaya gelecek. ruslar fransızlar, ingilizler hatta almanlar."

II. Abdülhamit

İngilizce


Rahatsızlığımız bir ders olarak hatta daha da açık olmak gerekirse üniversitede okutulan bir ders olarak İngilizce den kaynaklanmakta. Üniversitenin olayı nasıldır: hoca - ki bu genellikle prof en azından bir yard.doç tir- gelir sınıfa sınıfta insan varmış yokmuş umurunda olmadan dersini konusunu anlatır, yoklama kağıdını verir atan hem kendine hem arkadaşına imza atar –ki ister 2 saatlik ders olsun ister 5 kredilik- tek imza atılır. Sonra hoca haydi gençler dağılabilirsiniz ders bitti der ve toplar kitaplarını gider. Ancak İngilizce dersi tamamen farklıdır ki en son geçirmiş olduğum ders tamamen saçmalıktı. Stajyer tipinde otuzuna basmamış bir taze geliyor efendim derse. Ve hoca diye baktığımız bu şahsiyet herkesin her derse mutlaka kitapla gelmesini istiyor hatta bu yetmiyor bizden Redhouse kırmızı sözlüklerden, bir de çalışma kitabı adını verdiği fotokopicide hazırlanmış dosyadan almamızı istiyor. Tüm bu isteklerinin bizi lise yıllarımıza döndürmeye yetmediğini düşünmüş olacak ki dersin notunun yüzde 10 nun derse katılmamıza göre belirleneceğini söylüyor. Son darbeyi de 3 saatlik dersin her saatinin başında yoklama alacağını belirterek indiriyor. Şimdi sorarım size periyodik olarak biz zilin çalmaması ve öğrencilerin derse önlükle gelmemesi dışında ne farkı var bu dersin lisedeki derslerden. Bu mudur yani üniversite eğitimi? Ayrıca ne diye üniversitede İngilizce öğretilir ki? Liseye kadar halledilmeli bence İngilizce eğitim. Herkes bilerek gelsin bilmeyen isterse hazırlığını okusun üniversitesinde , sonra oooh mis gibi geçirsin üniversite hayatını. Bitsin artık bu çile…

Negro


Henüz(!) reklam almaya başlamasak da Negro dan bahsetmem lazım. Kahve olsun Melange olsun yanında en güzel giden gıda maddesidir. Ha tek başına da yenir. Hatta bir yiyen bir daha yer. Sadece bisküvi ve kremadan oluşan ve herhangi bir eksantrik tarafı olmayan bir bisküvi için tadı oldukça güzel hatta mükemmel. İsmi de cuk oturmuş denebilecek cinsten. Tabiki hiç zenci yemedim ama şekilden kurtarıyor yani. Neyse yine de uyaralım yurt dışına götürürseniz göz önünde fazla bulundurmayın yoksa yediğiniz sadece bisküvi olmaz...

ilkler her zaman kötüdür...


Çoğu insan için ilk tecrübeleri ne hakkında olursa olsun heyecan vericidir. Bir şeye başlamanın verdiği heyecan tabiki göz ardı edilemez. Ancak bu tecrübelerin heyecanlı olmasının yanısıra bir ortak noktaları daha vardır; o da kötü geçmeleri yani hayal kırıklığı yaşatmalarıdır. ilk adımlarını atarken düşmeyen , ilk sigarasında öksürmeyen , ilk yolculuğunda kaybolmayan , ilk ilişkisinde bocalamayan ve ya ilk maçında golleri sıralayan kimse var mıdır? Elbette dünya böylesine doğuştan şanslı bir kaç kişiye ev sahipliği yapmıştır. Ama tahminimce onlar da fazla yaşamamıştır.
Bu da bizim ilk postumuz bu blog için. Bu şekilde hem ilk postu atlamış olduk hem de bu ilk olayının rezilliğini biraz olsun hafifletmeye çalıştık. Hadi hayırlısı...