18 Ekim 2011 Salı

Uykusuz

Bu seferki isyanım kendime olacak. Hem de uzun süredir çektiğim bir hastalık mı desem başka bir şey mi işte ondan ötürü.

Öyle bir çile ki bu anlatılmaz kimseye. gizli saklı olduğundan değil tabii ki karşı tarafın anlaması mümkün olmadığından. Şimdi efenim ben yıllardır uykusuzluk çeken bir insanım. Derdim uykuya dalamamak. Daldıktan sonra yine çok şükür yetecek kadar uyuyorum ama dalmak en büyük problem. Öyle ki anaokulunda öğlen uykusuna yatırırlardı. Ben yatsam da uyuyamazdım. Bakın 18 sene öncesinden bahsediyorum anaokulu diyorum. Ee herkes uyuyup sen uyuyamayınca tabi bi gerginlik oluşuyor bünyede. Ben de o gerginliği daha fazla yaşamamak için 4. gününde bıraktım anaokulunu. Pek de bi eksikliğini hissetmedim bu zamana kadar. Neyse konumuz anaokulunun faydaları değil. Ben uyuyamıyorum a dostlar. Kimisi misal babam ; yastığa kafasını koyduğu andan 10 saniye sonra horlamaya başlıyor. Abarttığımı düşünmeyin süre tuttum ve haklı çıktım. Ne olurdu o genlerden birazı da bana geleydi.

Arkadaş uykum gelmiyor, yatayım yatağa belki gelir diyorum 2-3 saat dönüyorum. İlaç tedavisi bile gördüm bana mısın demedi. Ne kadar yorgun ya da uykusuz olduğum önemli değil namussuz beynim için. İzin vermedi mi mümkün değil dalamıyorum. Dalsam da uyuduğum maksimum saat 8! Maksimum diyorum. Yani ooh şöyle öğlene kadar uyuyayım demem için benim gece 4 e 5 e kadar oturmam gerek.

Nice arkadaşlarım var 16-17 saat aralıksız uyuyabiliyorlar. O da hoş bişi değil yani. Uyuyamaya mı geldin arkadaş bu memlekete. Sonunda nasıl olsa ebedi uyku var alıştırma mı yapıyorsun. Keyif meyif tamam da her gün akşama kadar uyunmaz ki.

Velhasıl uykuya dalmak gibi bir sıkıntım var. Karanlık olacak sessiz olacak ve odanın kapısı kapalı olacak. Bu koşullar sağlandığında ancak uyuyabiliyorum. Babam desen oturduğu yerde uyuyabiliyor. Neyse bu da böyle bir isyanımdı. Belki çalışma hayatına geçince uykum da düzene girer. Hoş pek sanmıyorum ama beni yataklara düşürecek kadar çok çalışacağımı ya, hayırlısı...

8 Ekim 2011 Cumartesi

Ulan ben var ya neyse ya bişi dicem!


Bana göre bu akşam "şansımızı sonuna kadar kullandık" diyemeyiz. Çıkan kadroyla öyle bir şansımız yoktu ki kullanalım. Yıllardır belli bir sistemi, omurgası olmayan defansı olsun forveti olsun sürekli değişen bir takımız. Bu belli bizim bir taktiğimiz yok. Grupta aldığımız puanlara bakın , var mı organize gelişen bir atak ve gol. Arda yardırır atar, Burak ın kafasına çarpar girer , Gökhan hadi bir bindireyim der , son dakikada baraja çarpan frikik. Bu akşam Hakan ın golü çalışılmış bir pozisyon muydu? Öyle olsa ilk denemesini 75 te yapmazdı herhalde.

Karşında hiç bir dünya kupasını kaçırmamış son dünya kupası 3. sü ve son avrupa şampiyonası finalisti, aynı zamanda grupta oynadığı 8 maçın hepsini kazanmış bir takım var. Sen ne yapmaya çalışıyorsun 4 tane ön libero (sabri, aurelio, selçuk,hamit) ile onların oyununu bozmaya çalışıyorsun. Yahu adamlar sadece İspanya ya kaybediyorlar. Var mı başka yenebilen ya da sistemini bozabilen bi takım. İspanya dediğin Barcelona. Avrupayı s.ken atan takım. Sen o işe soyunuyorsun olacak iş mi?

Bizim olayımız belli. Tamamen kaos futbolu. Bi anlık organizasyonun sonucu gelecek goller. Arda 2 çalım atar çıkarır ortaya gol. Bi korner gelir arkaya seker vurursun gol. Uzaktan şut çekersin kaleciden döner tamamlarsın. Bizim gol bulma şeklimiz bu. Sen bunu 2 tane hücum oyuncusu ( Arda, Burak) ile sağlayamazsın. Belki Kazakistan a ya da Avusturya ya. Ama Almanya ya sökmez.

Nasıl sağlarsın kaos futbolunu. Adamları anlamadıkları şekilde vurarak. Neymiş efendi orta sahada top yapıp Almanyanın dengesini bozacakmışsın. Yapabildin mi top? Var mı pas değerleri yukarıda saydığım 4 topçunun? Koy abi 5 savunma (Gökhan, Egemen, Servet, Hakan, Hamit) ileriye de 5 hücum ( Arda, Selçuk, Sabri, Burak, Kazım) oynasınlar. 3 tane gol yine yersin ama 3 tane gol atma şansın olur en azından. 2-0 gerideyiz hala hücumdan adam çıkarıp yerine koyuyor bizim hoca. Arda çıkıp Kazım giriyor. G. Töre, Burak, Kazım birbiri ile alakası olmayan tüm işleri son vuruş olan adamlar pas yapamayan takımda forvet hattında. Gördük sonucu!

Umarım dersini almıştır da son maça en az 5 hücumcuyla çıkar. Yoksa Avrupa Şampiyonası hayal olur.Tabii bi de baraj maçları var. Daha öncesinde bu Almanya nın Belçikayı eli boş göndermesi var. Bekleyip görelim.

7 Ekim 2011 Cuma

Film de kim?

Çok entel bir çift olduğumuz için yarimle birlikte nerede bir etkinlik var kaçırmamaya gayret ederiz. Film festivalleri de bunların içinde en çok zaman harcadığımız. Resim sergisi gezecek halimiz yok ya.

Filmekimi de her sene takip ettiğimiz aktivitelerden. Yalnız bu sene sanırım uzak kalacağız. Bir sürü sebebi var. Bu postun da işlevi iksv ye isyan . Başlıyorum:

-İksv denen vakıf mıdır yoksa ticarethane mi bir kart çıkardı lalekart diye. ondan varsa biletleri erken alabiliyorsun. yoksa 1 hafta geç alıyorsun. kartı da öyle isteyene vermiyorlar 125 lira vermen gerekiyor. 7-8 tane film için 10 tane film bileti parasını bi yere hibe etmen gerekiyor. Bi dünya para yani.
-Lalekartı almazsan filmlere bilet de alamıyorsun çünkü kart sahipleri çoktan hepsini tüketmiş oluyor.

-Biletler 8 lira. Normal sinemalarda zaten 12-13 arasında değişiyor. Gnctrkcll saolsun haftada 2 gün yarı fiyata getirebiliyorsun. yani pahalı

-Salonların hepsi Avrupa yakasında. Sanki "Avrupa yakasında Film ekimi".

-Salonların hepsi orada tamam da bilet satış noktalarının neden hepsi de Avrupa yakasında? Yani hem bilet almak için geçeceğim karşıya hem de film için. Bana demeyin salon neredeyse bilet de oradadır diye. Geçen seneden biliyoruz bir salondaki gişeden diğer salonlara bilet alınabildiğini.

-Biletix rezaleti. İnternetten alışveriş yapmana rağmen hizmet bedeli ödediğin ryanair le birlikte sektörün öncü firmalarından. Hadi ryanair 5 € ya uçak bileti satıyor. Sen ne yapıyorsun biletix? her maçtan önce çöküyorsun, el altından biletleri satıyorsun.

Diyeceğim o ki ben bu filmleri torrentler seyrederim arkadaş. hem param cebimde kalır hem de zamanım.

PS: hee verselerdi behzat ç. yi 1 ay önceden 8 değil 18 lira verirdim. orası ayrı ...

3 Ekim 2011 Pazartesi

La nolii


Eğitim öğretim hayatımın belki de son döneminde, bilgisayar mühendisi olmama 3 ders kala yapmaktan hoşlandığım işin ne olduğunu fark ettim,yemek yapmak. belki de boğazıma düşkün olduğumdan böyle hissediyorum ama yine de denemeden bilemeyiz. belki de tek derdimin akşama ne yesem olması ve bundan mütevellit benim sürekli yemek düşünmem ve bunları nasıl pişireceğimi hayal etmem böyle düşündürdü. çok lezzetli şeyler yaptığım söylenemez ama beceremesem bile zevk alıyorum. ayrıca geleceğim parlak. bi de şu var ki şu an bir mini fırın hayali kuruyorsam bu kesinlikle midemle alakalı sanırım. sadece tava ve tencere ile yapılan yemeklerle ömür mü geçer yahu.

ne kadar özensem de yemek yapmak sadece bir hobi olacak benim için. belki ilerde ufak bi yer açıp insanları hazırladığım eşsiz lezzetlerle tanıştırabilirim.

Ay em bek!


Bildiğin yıl hatta yıllar olmuş post girmeyeli. Veda bile etmeden bıraktık resmen yazmayı. En son posttan beri neler neler oldu. Tayyip bu sefer yüzde 50 ile iktidar oldu, fener şike yaptı ve yakalandı , bendeniz yurtdışına gittim geldim. Neyse ne ! Tekrar bu yazma işlerine geri dönüş yapıyoruz ama sırf sıkıntıdan. hatta çoğul konuşmamam lazım kuzu zaten çalışma hayatında yer ediniyor kendine buraya zaman ayıracağını sanmıyorum. hoş bir seneden fazla aktif olmayan blogu tekrardan kim takip eder o da ayrı mevzu. her neyse bundan sonra burayı tespit ve isyan duvarı olarak kullanacağım. yeri gelir saçma tespitler olur yeri gelir bilgisizlik sonucu yapılmış isyanlar olur farketmez. hepsi benim klavyemden çıkacak. görelim bakali nolcek...

14 Haziran 2010 Pazartesi

Hepi börtdey!!!


Kuzu da yakaladı artık bizi. Nice yakalamalara...

18 Nisan 2010 Pazar

Once




Bir film önerisi de benden öyleyse: ONCE
Aslında film bana da bir arkadaş(Vonalı) tarafından tavsiye edilmişti. Evde film ancak tavsiye üzerine izleyebildiğim konusuna değinmiştim.
Film bir müzikalgiller türünden. Yani müzik için film yapılmış. Öyle ciddi bir konu falan beklemeyin. Olay Irlanda/Dublin'de geçiyor. Kamera çekimleri de vasat. İzleyenler görecekler, bu iki müzisyen başrollerimiz kendi çabalarınla geçiyorlar kayıt studyosuna kaset çıkarmak için, aslında bi adım geriden baktığınızda kendi çabalarınla film studyosuna girdiğini görüyorsunuz.
Ben izlerken sıkılmadım, izledikten sonra bir de film müziklerini indirdim.Buradan kısa kısa dinleyebilirsiniz : http://www.oncesoundtrack.com/

14 Nisan 2010 Çarşamba

Filmlere devam...

Başka Dilde Aşk
Sağır ve dilsiz genç ile ailesi tarafından sürekli baskı yemiş bir kızın ilişkisini anlatıyor. Gerçekten çok güzel bir film. Benim etrafımda hiç böyle bir kimse olmadığı için ne kadar zorluk çektiklerini farkedememiştim ama bu film gayet iyi göstermiş. Ayrıca gencin haline rağmen çağrı merkezindeki çalışanlara destek vermesi de ayrı bir ironi olmuş. Filmin festival gösterimine gittim. Zaten tek seanstı. Finaliyle beraber yönetmeni ve aynı zamanda senaristi olan baş rol oyuncusu sahneye çıktı ufak bir söyleşi oldu. Çok da güzel oldu. Ayrıca Mor ve Ötesinin şarkısı da cuk oturmuş zaten yapımcı da bu şarkıyı koyamasaydık bileklerimizi keserdik dedi. 8.5 alır bu film benden...

Nowhere Boy
John Lennon ın gençliğini anlatan ama film boyunca bir kez olsun The Beatles ismi geçmeyen bir film. Lise yıllarında yaşadıklarını görünce zaten bunları atlatmış birisinin başarılı olmasına şaşmamak gerek diye düşündüm. Liverpool da geçmesine rağmen bir kez bile futbolun bahsinin geçmemesi bence filmin tek eksiği. Bir de Paul Mccartney nin ilk ortaya çıktığı sahne süperdi. 7.4 de bu filmin puanı bana göre...

La Concerto

Festivalde oynamasa adını dahi duymayacağım bir film daha.Moskova da komünist rejim yüzünden 30 yıl önce konseri sırasında işine son verilen bir maestro ve orkestrasının allem edip kallem edip Paris te sahneye çıkışını anlatıyor. Finalinde yaklaşık bir 10 dakika keman konsertosu dinliyorsunuz ve bence bu film için düşünebilecek en güzel finaldi. Hatta konser pardon film bitince salonda bi kaç kişi alkışlamaya niyetlendi de neyseki kimse eşlik etmeyince onlar da kesti. Tchaikovsky için 7.7 alır bu film de , izlenir yani...

Farewell

Film festivali sağolsun bu hafta film sayımız bol. Soğuk savaşın bitişini konu edinmiş bir fransız filmi. Başrolünde Emir Kusturica var ki ben bu adamın bu kadar iyi rol yapabildiğini bilmiyordum. Neredeyse yaptığı müziklar kadar güzel oyunculuğu. Ayrıca cap ou pas cap ı dilinden düşürmeyen genç aşığımız da burada mühendis rolünde. Benim gibi soğuk savaş yıllarına meraklı kişilere tavsiyemdir finali biraz içinizi burksa da. 7.8 i haketti.

Imaginarium of Doctor Parnassus
Oyunculara bakınca ; Heath Ledger, Colin Farrell, Jude Law , Johnny Depp; bir şey bekliyorsunuz filmden. Ama öyle değil. Film boyunca saçma sapan , fantastik, anlam veremediğiniz olaylar oluyor ve neden sebep bilmem bunlarla ilgili hiç bir açıklama olmuyor. Yani bir şeyler oluyor filmde ama siz bir türlü kafanızda bir şey şekillendiremiyorsunuz. Öyle kopuk bir film anliyacağınız. Tek ilginç noktası Heath Ledger in anısına 3 sahnede onun yerine karakteri yukarıda saydığım diğer 3 isim canlandırıyor. Ama bunun için bile izlenmez film ama Lily Cole ü görmek için olduğu sahnelere ileri sararak seyredebilirsiniz. 5.3 ten fazla alamaz bu film o da oyuncular yüzünden...

13 Nisan 2010 Salı

Hıyarmatik

Yer: Karaköy- Galata Köprüsü yamacı

Bu sefer fotoğrafı kocaman yaptım ki detaylıca görüp inceleyin olup bitenleri.Evet ne demiş bir ceddimiz : "Burası Türkiye!"
Avrupadaki çeşitli ülkelere gidip gelen arkadaşlar bahsediyor: "Azizim yemektir,sebze-meyvedir çok pahalı orada.Her şey tane hesabı".Burada durum çok şükür ki farklı.Fotoğraftaki amcam da bunu fırsat bilip,açmış tezgahını karaköy iskelesinin oraya! oh!! Rağbet de çok üstelik.Simitçi amcamız arkada öööle bakakalmış bu duruma.
Böyle değişik enstantaneler ile yurdumdan kareler aksetmeye devam edeceğim.Bizi izleyin anacım!

4 Nisan 2010 Pazar

Pazar kahvaltısı


Git gide benim için ne kadar önemli olduğunu farketmeye başladım. Öğrenci milletinden olduğum için zaten düzenli kahvaltı alışkanlığı pek olmayan biriyim. Ama yine de haftada bir , en azından pazar sabahları, çok zengin olmasa da sofra başının zengin olduğu bir kahvaltıya ihtiyaç duyuyorum. Bir saatimi rahatlıkla tüketebilirim başında. O kadar güzel bir şey ki benim için , ziyadesiyle tatmin olduğum bir pazar kahvaltısı o gün için bana yeter de artar bile. Günün geriye kalanını ders çalışarak bile ziyan edebilirim. Ama o eksik olunca sanki bütün gün boşa geçmiş gibi geliyor. Etrafımdaki bu tür zevklerden mahrum bırakılmış insanlar beni de pazar kahvaltısına hasret bırakıyorlar. Tamam pazar günü tatil günü dinlenirsin ama 12 ye 1 e kadar da uyunmaz ki arkadaş. Gideyim de kendime bir kahvaltı hazırliyayım bari...


Ayrıca şu resme özenmeyen biri varsa rica ediyorum bir daha bu bloga girmesin. Kızılcık sopasıyla döverim...

2 Nisan 2010 Cuma

Kırmızıya koşun.


Güzel bir reklam hazırlamış Akbank. Sloganı da hoş "Kırmızıya Koşun" . Ne oluyor reklamda amcam, sevdiği(belki de seveceği, bilinmez) kadınla buluşmaya geç kalıyor(halbuki erkekler bekler genelde) diyor madem bi eşşeklik ettim bari şurdan iki gül (gül ün de sırf adı var bi de reklamın kompozisyonuna uysun diye herhalde) alayım da elim boş gitmiyeyim diye çingene çiçekçiye (çiçi) gidiyor. Ama nakit yok yanında haliyle Çiçide de kredi kartı geçmiyor , ne yapsam ne etsem derken Akbank ın kıpkırmızı bankamatiğini görüyor gidiyor çekiyor falan filan. Ne anlatılmak isteniyor efendim reklamda. Hangi bankadan olursanız olun Akbank bankamatiklerinden para çekebilirsiniz bu bizim bir hizmetimiz. Vay anasını diyorsunuz. Kazın ayağı öyle değil ama...
IBAN a geçildikten sonra bütün hesaplara artık her noktadan ulaşılabiliyor. Eskiden ortak nokta denilen her kartla işlem yapılabilme özelliği artık bütün atmlerde geçerli. Yani akbank ın bi ekstrası değil. Gelelim bir diğer olaya. Reklamda da hiç bahsedilmiyor ama eğer akbanklı değilseniz ya da genel olarak ifade etmek gerekirse kendi bankanızın atm si haricinde bir atm kullanacaksanız dikkatli olun. Çünkü yapacağınız bütün işlemler ücretli, bakiye sorma bile. Yani dur aga şurdan bakayın ne kadar param varmış derseniz , parayı çekmeseniz bile paranız bir şekilde azalacak. Ona göre çok zorda kalmadıkça başka atm kullanmayın derim ben.

Bir de aklıma gelmişken biliyorsunuz artık kontörden kuruşa geçildi. Avea ve Vodafone da bunu kendi hizmetleriymiş gibi reklamlarla pekiştirdiler. Halbuki yeni yasa gereği 1 nisan itibari ile Türkiyede artık kontör olayı kalktı. Adamlar da bize bunu hizmet diye gösterdi. Uyan Türkiye...

31 Mart 2010 Çarşamba

Afakan


Bu dönem 8 ders aldım. 2 si işletme dersi bunların. Kalan 6 dersten 5 inin projesi var. 1 i hariç hiç birine başlamadım. 2 ayım var nasıl bitecek bilmiyorum. Ayrıca isterse 2 senem olsun birşey değişmez çünkü ben verdikleri projeleri yapacak kapasitede değilim ki. Hayır bu benim eksikliğim mi emin de değilim. Sınav sistemi rezalet , geçtim işte bütün verdikleri dersleri ama yapamam ben bu projeleri kesinlikle yardım almadan. Neden geçirdiniz arkadaşım beni öğretmeden? Bildiklerimin ne kadar olduğunu sınav kağıtlarından nasıl ölçtünüz de ben bilmeden geçtim? Ayrıca şöyle bir şey var sanki siz öğrettiniz de ben öğrenmedim. Kendi çabalarımla mı öğrenmem gerekiyordu? Öğrenim hayatımın hiç bir bölümünde okulun bana verdiklerinden başka ekstra bir şey ekleme isteği içerisinde olmadım. Hani vardır ya 1. sınıfa okumayı bilerek gelirler. Ya da o sene derste göreceğiniz bir şeyi arkadaşınız daha önce çalışıp öğrenmiştir. Hiç anlam veremem buna. Sıkıntılarımın başında bu geliyor. Çoğul eki kullanmamdan anlamışsınızdır sadece bununla sınırlı değil dertlerim...

Evimde bir adet "yiyici" diye tabir edilen kan emici ile yaşıyorum. Hani olur ya her sofranın , öğünün baş köşesine kurulurlar ancak ne hazırlanmasına ne toplanmasına bir katkıları olur. İşte ondan bir tane de benim evimde var. Gerçekten nasıl bir psikolojiye sahip ki hala baba evinde yaşadığı hissiyatını üzerinden atamamış. Arkasından toplayan ya da önüne yemek koyan bir adet görünmez cin mi var zannediyor. Öylesine tembel öylesine uyuşuk ki bütün malzemeler tezgahın üzerinde yer almasına rağmen hepsini tavaya atıp pişiremiyor. Beceriksizin en önde gideni. Ve bu adam üniversitede okuyor , 20 yaşında. Yarın öbürgün hayatta bir an yalnız kaldığında ne b.k yiyecek. Nasıl bir aile böyle çocuk yetiştirir. Gerçekten anlam veremediğim ve içimde dert olmuş bir konu da bu. Benim gibi pozitif yaşayan bir insanı , onu gördüğü anda dalma ateşiyle yanıp tutuşan bir agresife çevirdi. Az kaldı isyan edip dalacağım...

Ayrıca 2 aydır baba evine gidip annemi, babamı , kardeşimi göremedim. Biraz benim mallığım. Gayet müsait zamanlarım varken gitmek zor geldi . Şimdi senenin en sıkışık zamanında gidesim tuttu. Bu haftasonu için gitme planım vardı hatta geç de gelecektim ama sınav zamanlarını yine sonradan farkedip planları ertelemek zorunda kaldım. Neyse bulucaz bir boşluk elbet.

Bir de etrafımda çok uzun zamandır olan yani arkadaşlık ettiğim kişilerin artık bana hiç bir şekilde hitap etmediğini farkettim. Zaman onların yanında akmıyor sanki. Oturup 2 cümle muhabbet etmek için kendimi zorluyorum. Galiba artık yolları ayırmanın vakti gelmiş çünkü ben başka telden çalıyorum o başka. Uyum sağlayacak insanlar edinmemiz gerek. O yüzden kötü bir şey olmasın diye yavaş yavaş çekiliyorum kendi yoluma ve karşıma çıkacakları bekliyorum.

Bunları yazarken de bu çalıyordu : Train - hey soul sister...

29 Mart 2010 Pazartesi

The Men Who Stare at Goats


Fragmanını izledikten ve kadroyu(George Clooney,Ewan McGregor,Jeff Bridges ve Kevin Spacey) gördükten sonra büyük bir heyecanla izlemek istedim filmi. Zaten fragmanı yeterince komik film nasıldır acaba diye düşündüm. Filmden sonra büyük bir hayal kırıklığına uğradığımı söylemeliyim. Belki de izlediğim zamanla alakalıydı. Geçen akşamki rezaletten sonra belki moral olur diye koydum filmi ama nafile.

Şöyle özetleyeyim ; filmin bir konusu yok, hikayesi, kurgusu bişeysi yok. Bana öyle geliyor ki bunca kült filme imza atmış isimler toplanmış hadi o zaman geyiğine de bir film çevirelim demişler ve 2 günde halletmişler. Çünkü gerçekten garip bir film olmuş. Komedi yapmaya çalışmışlar ama bir kaç yer dışında ben pek gülmedim. Beyza nın da dediği gibi belki de Coen kardeşler yapsaymış daha komik olabilirmiş. Her neyse bu kadar usta oyuncunun böyle saçma bir yapım için bir araya gelmiş olmasını garipsedim. Ayrıca ne kadar tecrübeli oyuncular da olsa rolün üzerinde sırıtmadığı tek adam Clooney olmuş hakketen büyük oyuncu. 4 ü için de birer 1.5 puan veriyorum ve 6 tam puana ulaşıyor. Alkışlıyoruz...

ps: Gitmeyin sakın sinemasına evde izleyin verilmez bu filme para. Evet...

pss: Türkçeye de "özel kuvvetler" diye çevirmişler. Keçilere bakan adamlar ın nesini beğenmediler anlamam.

25 Mart 2010 Perşembe

Percy Jackson and the Olympians : Lightning Thief


Filmlerimize devam ediyoruz... Açıkçası bu film için fazla söyleyeceğim bir şey yok. Mitolojik öğelere biraz ilginiz varsa ve filmlerdeki mantıksız durumlara "amaaan film işte" diyebiliyorsanız yaklaşık iki saat boyunca eğlenebilirsiniz. Ama benim gibi bir kafa yapısına sahipseniz "yuh artık, ne kadar saçma " filan diye diye sonunu edersiniz filmin(Yeni Harry Potter dediler ama bunu ondan ayıran en büyük etken bu durum. fantastik ama harry de bu kadar saçmalamışlardı). Hayır mitolojik karakterlere ben de bayılırım ama koskoca Zeus "şimşeem çalındı sen mi çaldın" diye millete çıkışınca ben de garipsedim açıkçası. Dediğim gibi öylesine izlenecek bir film. Çok fazla mitolojik öğe,bilgi, karakter beklemeyin. Onun için Clash of the Titans ı bekliyorum. Puan verecek olursa 10 üzerinden 6 yı geçemez benim için. O 6 da Uma Thurman için ;)

23 Mart 2010 Salı

Cemre


İki gündür havanın maşallahı var İstanbulda. Bir güzel bir sıcak sormayın. Bendeki mallık alışkanlıktan her sabah çıkarken kalın montu giyip çıkıyorum sonra tabi pişman oluyorum. Herkes benim gibi mal değil tabi. Hele ki hanım arkadaşlarımız; kışın karın ortasında minicik etekler taylarla gezen insan dışı varlıklar bu havalarda onlardan da kurtuluyor bildiğin bir şey giymeyi unutmuşcasına vuruyor kendini dışarı. Cemrelerin ne durumda olduğunu bilmiyorum şu an için düştü mü düşmedi mi ama geçen dışarda arkadaş bu tiplerden birini görünce beni benden alan yorumu patlattı :"cemre çatala düştü adaşş".

bu yazıya fotoğraf ararken google images e "cemre" yazdım. şu hepsideki kız çıktı. hayır ne görmeyi bekliyorsam...

22 Mart 2010 Pazartesi

The Invention of Lying


Hiç yalan söylenmeyen hatta "yalan" diye bir kelimenin var olmadığı bir dünya düşünün. İşte hikaye öyle bir dünyada geçiyor. Herkesin aklından geçeni sakınmadan söylediği karşısındakinin duygularına önem vermediği bir zaman. Önemli icatlar nasıl ki mucitlerine büyük kazançlar getiriyorsa işte bu dünyada da yalan büyük bir icat sayılıyor. Hayatının her alanında başarısızlığa uğramış mucidimiz zor anında yalanı buluyor ve bunu yararına kullanıyor. İnce düşünülmüş bir hikaye bence. Özellikle içindeki diyaloglarda hep " gerçek mi bu?" " doğru mu söylüyorsun" tarzı sorgulamalar aradım ancak gerçekten kusursuz bir şekilde bu tarzda akla yalanı getirebilecek bir konuşma geçmedi. O yüzden diyaloglar dikkatle takip edilmeli. Özellikle bardaki konuşma sahnesi süper. Sonuç itibari ile güzel vakit geçirebileceğiniz bir film. Belki ingiliz aksanı kulağınızı tırmalayabilir tek dert o. Ha bir de Jennifer Garner ı hiç sevmem burada başrolde kendisi :m
Bir komedi filmi için bence 10 üzerinden 7.6 yı hakediyor.

17 Mart 2010 Çarşamba

Shutter Island


Yazmaya pek fırsatımız olmadığı belli oluyor sanırım. Yine de blog boş kalmasın bundan sonra buradan film yorumları da okuyacaksınız. İlk filmimiz Shutter Island.

Türünün korku/gerilim olduğunu görünce açıkcası biraz çekinerek izledim filmi. Pek aram yoktur çünkü korku filmleriyle. Hele başında "dını dını dını" diye gerilim müziği vermeye başladıklarında hakkaten gerildim =) Zindan adası deyince filmin adını, karanlık pis zindanlarda "ce ee" diye adamlar çıkacak sandım . Ama 10. dakikadan sonra hiç de öyle bir film olmadığını anladım. İnsanın aklını gerçekten zorlayan bir film. Diyalogları takip etmekte zorlanıyorsunuz. Hele kendinizi Ted(Di Caprio) 'in yerine koyduğunuz zaman kimin yalan söylediğini anlamak gerçekten zorlaşıyor. Leonardo abimiz de güzel oynamış. Bence bu film izlenir aga. 10 üzerinden 7.8 veririm bu filme.

1 Mart 2010 Pazartesi

Kötü reklam #4


Selocan fikri güzeldi. Peşinden recep ivedik ve tosunla güzel reklamlar da geldi. Ama bu kadar kötü reklamı ben yakıştıramadım Turkcell e . Bahsettiğim reklam Turkcell 3G reklamı. Hani bir selocan ve yaşlı alman bir dayının oynadığı. Açıkça olmadıkları bir yerdeler ve alman dayı bilgisayara bakıp bişiler diyor selocan da yaşasın diyor. Bir kere oraya bilgisayar ile kondukları belli hatta belki de tek çekimin arkasındaki planı değiştirip bir sürü reklam yapmışlardır . İkincisi alman dayı bilgisayarda ne görüyor nası hemen yorumluyor. Ayrıca selocanın telefonu bile yok neden seviniyor. Sonuç olarak Turkcell in çıkardığı en kötü reklamlardan biri olmuş. Yahu en azından şurda süper çekiyor derken o mekana gitseydiniz ulan!

17 Şubat 2010 Çarşamba

Oturgaçlı götürgeç


Gezginin gittiği bir şehirde , ilk tanıştığı şeyler arasında yer alır şehiriçi ulaşım biletleri. Tabana kuvvet gezerek tanınır bir şehir en iyi kabul, ama daha çok yer gezmek için -hele ki bir öğrencinin- oranın ünlü mekanlarından, ünlü yemeklerinden önce tanıştığı bir şey olur bu.




Eskiden yapılan pul koleksiyonları gibi, farkettim ki, benim de atmadığım ulaşım kartlarım var. Ankara'nın Ego kartı, Bursa'nın Bukart'ı, İzmir'in 35bileti, Kütahya'nın adını bile yazmasına gerek duymadığı kolaj bir fotograf çalışması yaptığı bileti ve Eskişehir'in Esbilet'i. Bittabi bunlar tek ya da 3 kullanımlık biletler. Yerel halkın kullandıklarıysa, kredi kartı şeklinde olanlarından. Ama gelin görün ki, hiçbiri İstanbul'da kullanılanlar kadar marjinal(!) olamaz.
Bizim cebimize ya da cüzdanımıza rahatlıkla yerleştiremediğimiz 3 boyutlu bir akbilimiz var. Şekilde görülen malumunuz bir anahtarlığa takılabilir, fakat öğrenci kartlarına entegre olmuş bu zımbırtının kullanımı daha da güçleşiyor. Kabul edilir bir gerçek ki, toplu taşımada böyle bir sistemin ilk kullanıldığı bir şehir olarak, bu ilkel halinin, yine kullanım oranı dikkate alındığında yapılacak olan değişikliğin oldukça maliyetli olduğudur. Bu kabul edilebilir bir durumdur. Ama bir kaç zaman önce kabul edemeyeceğimiz bir değişiklik yaptılar yukarıdaki kişilerimiz : ZAM ! Aylık akbildeki 200 kullanım hakkını 160'a indirdikleri yetmezmiş gibi bir de, metrobüsleri 2 biletli hale getirmişlerdi. Halkın ve özellikle öğrencilerin protestolarına haberlerden rastlamış olmalısınız. Güzel haber ki, yapılan eylemler sonuçsuz kalmadı bu sefer. Eski tarifemize geri dönebildik.( Buradan İstanbullu okuyuculara da bir dipnot: artık aylık akbili istediğiniz tarihte yükleyip 30 günlük kullanım hakkına erişebilirsiniz )
Neymiş efendim bu yazımızdaki kıssadan hissemiz? Hakkını arayacakmışsın, bir de bol bol gezecekmişsin,  =} 

14 Şubat 2010 Pazar

Recep İvedik


Öncelikle özür dileyerek başlamak istiyorum çok uzun süre yüzüne bakmadık blogun, hor gördük , aşağıladık vs. Bunda sömestrın etkisi büyük. Finaldi , projeydi , tatildi , yeni doğan kuzendi [;)] derken yine boşladık. Ama artık yeni dönemin başlamasıyla sıkıntıdan daha çok ilgileniriz herhalde. [di mi lan kuzu!]

2 gün önce Recep İvedik serisinin 3. filmi çıktı. Henüz gitme fırsatı bulamadım ama eminim o da ilk ikisi kadar süperdir. Tabii tekrardan arenaya çıkınca eleştiriler yine başladı . Herkes biliyor ama tekrar edeyim Recep İvedik I ve II neredeyse 10 milyon kişi tarafından sinemada izlendi. En çok izlenen yerli filmler listesinde ilk iki sıra açık ara farkla onların. Bu bence başarısının en büyük kanıtıdır.

Gel gelelim eleştirilere. En çok duyduğum ; yok efendim böyle insan mı olurmuş. Yahu zaten o bir karakter. Yani eğer normal insanlar gibi davranacak bir karakter düşünülseydi Şahan kendini oynardı ya da sokaktan bi adam çevirirlerdi dön adaş şurda iki kere derlerdi aha! Bana göre zaten o karakterin yaratılma amacı filmdeki hareketlerin meşruluğunu sağlamak. Şu açıdan bakın; Superman filminde Clark Kent değil de Luis uçsaydı garip olmaz mıydı? Yani; sana ne oluyor kadın Kriptondan gelen o, sen ne demeye uçuyorsun derdim ben şahsen. İşte normal bir insanın değil de Superman in uçması ne kadar normal karşılanıyorsa Recep ivedik in yaptıkları da o kadar normal görülmelidir.

Şöyle bir teorim de var; bence Recep İvedik ten en çok nefret edenler , kendini onda en çok gören kimselerdir. Yahu böyle şeyleri ben de yapıyorum, düşünüyorum diyerek insanların bu kadar gülmesine anlam veremeyenlerdir. Onları da bağrıma basıyorum şahsen.

Sonuç itibariyle Recep İvedik çok iyi de oldu çok güzel iyi oldu tamam mı. Ee yorumlamam bu kadar...

24 Ocak 2010 Pazar

brr!..





 capon adımlar tamam
 5dk'lık yolu 15 dakikada katetme
 çanak çömlek patlamaları
 kırmızı bir burun
 çatlak dudak tamam
 Nefes alıp veridikce agızdan burundan buharlar

         Evet her şey tastamam. Karakış gelmiş!....

11 Ocak 2010 Pazartesi

Özlenen tatlar


Kaç zaman oldu ki eskiden yanıbaşımda olup da önemsemediğim tatları artık bulamamanın ızdırabını çekiyorum.Hani bazı şeyler vardır yerken güzelmiş bu dersiniz ama markette, bakkalda öncelikle alınacaklar listesinde yokturlar. Ama canınız bir gün çeker ve bakarsınız artık raflarda yoktur o ürün. Yiyememenin verdiği açlık hiç geçmez her yerde ararsınız bulamazsınız. İşte ne zamandır tadığını aradığım şeyler var benim de. Lanet olsun ki bulamıyorum hiç bir yerde. Hatta burada isim de vereceğim ki zaten bu yazıyı yazmamın gayesi o. En çok aradığım elmalı biskrem. Rüzgar gibi geçti hayatımdan kendisi. Babamın kividen sonra hayatıma zorla soktuğu bir yiyecektir biskrem. Ama sonrasında hastası oldum. Hele ki elmalısına. Ama kendimi kaybettiğim bir zaman aralığında çekti gitti hayatımdan. Farkedemedim bile ne zaman vardı ve neden artık yok. Markette, raflarda biskrem in yeni yeni çeşitleri boyları sıra sıra dizili ama benim gözüm hep onu arıyor. En son ne zaman yediğimi bile hatırlamıyorum.

Beni bu şekilde koyup giden bir diğer değerini bilemediğim ise yumiyum. Ancak ekmek aldığımda para üstü kalırsa bir kaç tane cebime attığım ve dönüş boyunca kemirdiğim o güzellik de artık yok ne yazıkki. Yazar kasaların kenarlarını artık daha ciks ürünler tutmuş. Abidik gubidik isimleriyle hiç birinde yumiyum un kendine çeken cazibesi hayran bırakan dik duruşu yok.

Başka bir hasretliğim ise eskilerden taa ilkokul yıllarımdan. Okul dönüşü eğer o günkü harçlığı bitirmemişsem ya da bilerek dönüşe saklamışsam alırdım kendisini . Evin yolu üzerinde bir bakkalda satılırdı. Doritos cheetos gibi göz alıcı rafları yoktu. Toptancıdan geldiği çuvallar içinde satılırdı. Fiyatı inanılmaz ucuz ama tadı bir o kadar nefis tek bir ürün olabilir. O da patsito. Öyle can canlı paketlerde satılanlar gibi yarısı hava değildi. Pakedi açtığında dışarı taşardı. Sırf onu tekrar bulurum umuduyla 10 sene sonra o bakkala gittim. Kasadaki teyze hala bişiler örmeye çalışıyordu ama patsitolardan eser yoktu. O da rüzgar gibi geçti. İlkokul dendiğinde ağzıma hep onun tadı gelir.

Her neyse; yukarıda bahsettiğim güzelliklerden haberi olan , gören duyan yakın zamanda tatmış kim varsa lütfen ulaşsın ve acımı dindirsin. Hasretle kucaklarım...

Edit:Elmalı biskrem e kavuştum. Bi kucak dolusuna sahibim şu an. Emeği geçen herkese teşekkür +rep. Darısı diğer tatlara...

7 Ocak 2010 Perşembe

2 Ocak 2010 Cumartesi

(k)alıntı


ANTİK KENT

mutlu günlerimizdi...
deniz tuzu,dövme gül
yanık tarçın gibiydik
rüzgarın saçlarımızı taradığı yamaçlarda
ikimizden bir bayrak
dalgalanırdı
birbirine bakan
tarihin ve otların
arasında
adı yoktu yaşadığımız şeyin
bir boşluk bile değildi bu
onca boşluğun içinde
yontulmamış birkaç harf
taşlar kadar tarihe kefil
günler gibi düşünülmeden akıp giden
otların gölgesindeki gece kadar derin
ay ışığıydı her şeyi sessizce bütünleyen

bir dönüş biletiyle kırıldı gece
kırıldı mevsim
kalakaldık
birbirine bakan sunaklarda
zehiri giz olan otlar boyverdi
kırık heykel parçaları dağılmış ten
zaman tarihe geri çekildi
kalıntıları ne kadar ipucuysa bir antik kentin
o kadar biliyoruz nedenlerini ve sonuçlarını
ayrılınca adını aşk koyduğumuz o şeyin.

                                                                                                                                 MURATHAN MUNGAN

29 Aralık 2009 Salı

Kan alırlar Kamil , kan!

Gemide filminden efsane replik.